Yıkık dökük bir mazinin ortada bıraktığı yaralı bir adamla
en az kendisi kadar yaralı olan bir kadının paramparça
sevda hikâyesi bu. Hayallerini asmış bir kadının, yeniden
düşlere tutunuş hikâyesi bu. Hercai bir adamın,
meftuna dönüş hikâyesi…
Ne bir veda sözcüğü ne de haklı bir isyan. Hiçbir şey,
onu sevmemeye yemin ettiği adamın karşısında
güçlü tutamamıştı.
Dudaklardan dökülen her serzeniş
karşısında ördüğü duvarları biraz daha yıksa da, onu
bir daha affetmeyeceğine dair büyük bir yemini vardı.
Asla boyun eğmeyecekti, ihanetini unutmayacak, o adamı
yeniden sevmeyecekti. Olmamıştı... Yeminlerini bozduran,
karanlık bir gecede ellerinden tutan, onu düşüren
adamdan başkası değildi.
Yaralıydı. Lakin o adam daha yaralıydı.
Seviyordu. Lakin o adam daha çok seviyordu.
“Dinle,” diyordu yürek yakan bakışlarını kuzguni harelere
emanet ederken. “Dinle ki anla öldüğümü, seni öldürdüğümü sandığım her yerden! Sen sadece bir bıçaktın. Bense o bıçağın düşmanıma değil, kalbime saplanacağını hesaba katamayan bir zavallıydım...”